tüm intiharlar başlamıştı.
kesik kesik kan çığlıkları atılıyor,
insan boğazının en kıvrak yerinden fışkıran
iricene kanlar durmaksızın akıyordu.
bayram sabahında olduğu gibi en alımlı elbiseler giyilmiş,
içgüdüden olsa gerek bütün başlar
ve
avuçlar göğe doğru çevrilmişti.
gözlerde müthiş bir korku
ve
korkuyu şiddetle dışarıya vuran emareler mevcuttu.
Kırmızı,
bu hengamenin içinde
ağaçların, kuşların
ve
karıncaların tanrısına beddua ediyordu.
üzerinde kestane rengi bir çaput,
boynunda astım krizi geçiren birinin kızarıklığı vardı.
bağırdı:
“ bekleyin.bekleyin. durun.”
durmadılar.
ezbere intiharlar devam ediyordu.
bağırdı:
“ bekleyin.durun.”
durmadılar.
sebep neydi.
neyin belasıydı.
bu varoluş sorularına verilen bir cevap
yoktu.
sesli düşündü.
sesli düşündüğü her şey başkalarının duymasını istedikleriydi.
“ ölüme an var.
ansızın ölüm var.
ölüm var . ölüm var. ölüm var.
musalla taşsız bir ölüm var.
teneşirsiz ölüm var.
vakit yok.
hiçbir ölü musallaya uzanamayacak.
ben bir ismi tersten
yazdığımız vakit
kibirden ve ahkam kesmekten
boyunlar inceldikleri yerden bir bir kopar.
şaşkınlığım gözlerimde kaldı.
bu kadar şaşırmamıştım.
son birkaç gündür
-öldüğümden olsa gerek-
sizi hiç aramamıştım.”
egoo